Kişilik bozukluklarının belirtileri zamanla değişebilir mi? Kişilik bozuklukları, genellikle ergenlik döneminde ilk kez sergilenen ve belirgin sıkıntı ve bozulmaya neden olan uzun vadeli, problemli davranışları içerir. Kişilik bozukluklarının “kronik uyumsuz davranış kalıpları” olarak tanımlanması, semptomların zaman içinde stabil olduğunu gösterir; ancak son araştırmalar semptomların düzeldiğini ve hatta yıllar içinde tamamen düzelebileceğini göstermektedir. Bu, bu bozuklukların ortadan kalkabileceği anlamına mı geliyor? Hem evet hem hayır.
Kişilik bozuklukları “benliğin ihtiyaçları ve hedefleriyle uyumlu ve benliğin doğal parçası olarak kabul edilen” anlamına gelen egosintonik bozukluklardır. Bundan dolayı değişmeleri gerektiğine inanmazlar ve birçoğu tedaviye başvurmazlar. Tedavi için en önemli etkenler, öz farkındalık, değişmeyi istemek ve değişime inanmaktır. Tedaviye yanıt verme ve semptomların azaltılma oranı ilerleyen yaşlarda azalmaktadır.
Sınırda (borderline) kişilik bozukluğu, kişilerarası ilişkiler, öz imge ve duygudurumunu kapsayan dürtüsellik ve belirgin dengesizlik ile karakterize bir kişilik bozukluğu türüdür. Diğer psikiyatrik bozukluklarla -belirli duygudurum bozuklukları, madde kullanım bozuklukları ve somatizasyon bozukluğu türleri- birlikte ortaya çıkabilir. Karmaşık ve çeşitli psikiyatrik semptomları olan bir bozukluktur.
Yayınlanan bir çalışmada John Gunderson ve meslektaşları, sınırda kişilik bozukluğunun açık semptomlarının 10 yıllık bir süre içinde önemli ölçüde azaldığını bildirdi. Aslında, bu rahatsızlığı olan kişilerin yaklaşık % 85’i semptomlarda o kadar belirgin azalma gösterdi ki, “düzelmede” oldukları kabul edildi. Sadece yaklaşık % 11’i nüks etti, bu da azalma olduğunda bireylerin iyileştiğini gösteriyor. Belirtildiği gibi, sınırda kişilik bozukluğu, Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabında (DSM) uzun bir dramatik davranışsal semptomlar listesi ile ilişkilidir; tüm bu semptomlar, çalışmanın 10 yıllık süreci boyunca iyileşme aynı model ve zaman sürecini gösterdi. İyileşme en çok ilk iki yılda göze çarpıyordu ve ardından çalışmanın geri kalanında kademeli olarak devam etti.
Bununla birlikte, davranışsal belirtilere ek olarak, sınırda kişilik bozukluğu, evlilik, iş, arkadaşlar vb. içeren önemli psikososyal ve kişilerarası bozuklukla ilişkilidir. Açık semptomlar zaman içinde önemli ölçüde azalmış olsa da, yani insanların gördüğü davranışlar daha az dramatik hale gelse de, Gunderson ve diğerleri, psikososyal bozukluğun yalnızca biraz iyileştiğini ve birçok hastanın ciddi işlev bozukluğundan muzdarip olmaya devam ettiğini bildirdi. Öyleyse, bu bireyler gerçekten “düzelme” içinde miydi? Yoksa gözlemlenen dramatik davranışlar, daha yaygın ve sürekli zihinsel bozukluğun yalnızca bir göstergesi mi? Bu konuyu ele alırken, borderline kişilik bozukluğu ile ilgili bulguların bu bozukluğa özgü olmadığını not edeceğiz; devam eden psikososyal işlev bozukluğu da dahil olmak üzere benzer uzun vadeli sonuçlar, 50 yılı aşkın bir süre önce Lee Robins tarafından antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler üzerine yaptığı klasik çalışmasında anlatılmıştı.
Semptomlar ve işlev arasındaki bu kopukluğu ne açıklayabilir? Psikososyal bozukluk, açık davranışsal semptomların sonuçlarıyla ilişkili olabilir. Kişilerarası köprüler, daha önceki dramatik davranışsal semptomlarla yakılmış olabilir ve bu köprülerin bazılarının onarılması imkansız olabilir. Diğer bi yandan, psikososyal bozukluk; çeşitli bilişsel, duygusal, sosyal ve motivasyonel yetenekleri geliştirmeyen ve etkilemeyen daha az görünür işlevsel beyin değişiklikleriyle ilişkili olabilir. Her iki olasılığın da önemli olduğunu iddia edebiliriz.
Gunderson çalışması iki önemli kavrama dikkat çekiyor. Birincisi, dramatik davranışsal semptomları içeren bazı hastalıklarda, psikososyal işlevi engelleyen daha az görünür beyin anormallikleri olabilir. Şizofreni, yalnızca halüsinasyonlar ve sanrılar gibi çok dramatik “pozitif” semptomlara sahip değil, aynı zamanda insanlarla işlev görme ve etkileşimde bulunma yeteneklerine önemli ölçüde müdahale eden çeşitli bilişsel işlevleri içeren “negatif” semptomlara sahip bir bozukluğun bir örneğidir. İkincisi, bir kişinin gençliğinde başlayan hastalıkların, semptomlar düzeldikten sonra bile devam eden yıkıcı sonuçları olabilir. Bununla tutarlı olarak, Read Montague ve meslektaşları, sınırda kişilik bozukluğu olan bireylerin, başkalarıyla ilişki kurarken bilgiyi işlemelerinde, özellikle kişilerarası işbirliğini sürdürme ve sosyal etkileşimler sırasında bozulduğunda işbirliğindeki kusurları düzeltme konusunda önemli sorunlar yaşadıklarını bulmuşlardır. Bu sorunlar, bu bireylerin beyinlerinin ödülü ve sosyal karşılıklılığı nasıl işlediğindeki belirli farklılıklarla ilişkilidir.
Bu bulguların önemli çıkarımları vardır ve en az iki tür tedavinin gerekli olduğunu göstermektedir. İlk olarak, tersine çevrilmesi zor psikososyal hasar gelişmeden önce, kişi gençken bozukluğun semptomlarını azaltan tedavilere ihtiyaç vardır. Bu tür tedaviler, hem görünür davranışsal semptomları hem de beyin işlevindeki bilişsel, duygusal, sosyal ve güdüsel işlemeyi içeren daha az görünür değişiklikleri ele almalıdır. Bu tür tedavilerin geliştirilebilmesi için beyin mekanizmalarını içeren önemli araştırmalara ihtiyaç vardır. Buna ek olarak, psikososyal rehabilitasyona odaklanan tedaviler gereklidir. Bir kişi çalışma, ilişkilerini sürdürme ve hobilerin tadını çıkarma becerilerini yeniden kazanırsa, daha iyi hissetmesi ve daha üretken olması muhtemeldir. Bu son tedavi türleri, bilişsel-davranışçı terapi (BDT), kişilerarası terapi (IPT) ve diyalektik davranışçı terapi (DBT) dahil olmak üzere birçok psikoterapi biçimine yansır. Bu yaklaşımlar, kişilik bozukluğu olan bireylerin yönetiminde temel dayanaklardır, ancak daha etkili kanıta dayalı terapi biçimlerine ihtiyaç vardır.
Kaynak: Psychology Today